Pandemi Sürecinde Görülmeden Var Olmak

Dilan Yılmaz
Ege Üniversitesi

Dünyanın her yerinde etkisini gösteren Covid-19 virüsü Türkiye’de de yaklaşık bir yayılım göstermekte ve neredeyse ülke gündeminin tamamını oluşturmaktadır. Dünya çapında etkisini gösteren virüs, yayılma hızı nedeniyle görüldüğü bütün ülkelerde olağanüstü hal yaratmaktadır. Virüsün Türkiye’de var olduğunun açıklandığı 12 Mart tarihi itibariyle salgın, hastalık vb. kriz durumlarının nasıl yönetildiğini ve yönetilemediğini gözlemleyebildiğimiz bir süreç içerindeyiz.

Birçok açıdan incelediğimizde toplumun her kesimi için yaşadığımız bu günlerden çıkarılacak dersler mevcuttur. Virüs beraberinde gelen bir diğer durum ise dünya çapında etki gösteren hastalığın diğer ülkelerdeki yayılma hızının ve virüsle mücadelede alınan önlemlerin herkes tarafından incelenmesi ve takip ediliyor olmasıdır. Yayınlanan birçok çalışma bize göstermektedir ki virüsün yarattığı bütün olumsuzlukların etkisini yitirmesi küresel ölçekte gerçekleşen bir salgınla mücadele başarısına bağlıdır. Bu bizlere her şeyden haberdar olma isteği getirmiştir.

Bu durum bütün dünyayı takip etme yaklaşımını kazandırmakta, iletişimde yeni bir dönem açmaktadır. Birçok ülkenin virüsle mücadele kapsamında bütçelerinden büyük oranları halkla paylaştıklarını, virüse bağlı yaşanabilecek olası virüs öncesi ve sonrası bütün senaryoların da dikkate alındığını çoğu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yaklaşımlarından anlayabiliyoruz. Peki, biz ne görüyoruz? Güvenli çalışma koşullarının sağlanmadığı işyerleri, hastaneler, haklarını alamadan fazla mesaiyle çalışan işçiler, binlerce kişinin bir haftada işsiz kalması, ücretsiz izne çıkarılanlar ve bunun gibi onlarca örnekle beraber devletin aldığı tedbir olarak da karşımıza halka verilen iban numarası çıkmaktadır.

Pandemi öncesi süreçte de kadın haklarının yasalarla korunmadığı, kadına şiddetin, toplumsal şiddetin, ötekileştirmenin ve nefret söylemlerinin yoğun yaşandığı günler yaşıyorduk. En basit yaklaşımlarla olası krizden en fazla mağdur olacak kesimin zaten kriz öncesinde de hakları korunmayan kesimin olacağı öngörülebilmektedir. Buradaki asıl sorun ise bu sorunların görülmek istenmemesidir. Bir kadının sokak ortasında vurulması, binlerce şiddet vakası, açlık ve yoksullukla toplumun büyük bir kesiminin başbaşa bırakılması kanal İstanbul Projesinin ilk ihalesinden daha öncelikli görülmemiştir.

Koronavirüs beraberinde milyonları eve tıkarken, kadınlara eviçi yeni tehditler oluştururken kadınlar bu senaryoda yalnız bırakılmışlardır. Türkiye Kadın Dernekleri Fedarasyonu, salgın süresince gelen ihbarlarda kadına yönelik fiziksel şiddetin yüzde 80, psikolojik şiddetin yüzde 93, sığınacak yer talebinin yüzde 78 arttığını açıklamıştır. Basına da yansıyan, 11 Mart’ı izleyen ilk 20 gün içerisinde çoğunluğu evde olmak üzere 21 kadının erkekler tarafından öldürüldüğüdür. Erkek şiddetinin bilançosunun vahim bir boyutta olduğu görülmektedir. Kadın örgütleri, salgın tehdidi ve evde geçirilen zamanın artmasıyla kadınların adalete erişimde engellendiklerini, hukuki desteğe ulaşamadıklarını belirtmektedir.

Kadınlar, çocuklar, mülteciler, LGBTİ bireyler toplumun itelenen ve ötekileştirilen kesimleri için herhangi bir destekleme-yaşatma mekanizması oluşturulmazken, bu konuda bir girişim de bulunmamaktadır. Fakat var olan girişimleri, kanun tekliflerini incelediğimizde bunun tam tersi bir çaba içinde olan iktidar kitlesini ve onun Meclisteki temsilcilerini, infaz yasası hazırlığında gördük.

Cezaevlerinde mahkûmların can güvenliğini koruma görüntüsü altında hazırlanan infaz yasasıyla sadece şiddet suçlularının, hırsızların, kaçakçıların, uyuşturucu kaçakçılarının can güvenliği korunmak istenirken fikir suçluları kapsam dışında bırakılmıştır. Doksan bin kişiden bahsedilmekteyken serbest bırakmalara başlanılmıştır. Hapishanelerde ise gazeteciler, öğrenciler ve siyasi tutsaklar risk altında tutulmaktadır.

CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun gibi taraf olunan uluslararası sözleşmelerin ve yasaların etkin ve adil işletilmediği dikkate alındığında; koruma hükümlerini sınırlamak, kadın cinayetlerine davetiye çıkarmaktır. İnfaz yasası hazırlanırken defalarca bu uyarılarda bulunulmuş, ev içi şiddeti araştırmak için komisyonlar kurulması önerilmiştir. Bugün geldiğimiz durum içler acısıdır. Şiddet faili bir baba yasa kapsamında serbest bırakılmış ve serbest bırakılmasının ardından 9 yaşındaki kızını öldürmüştür. Basına yansıyan ilk haberler bunlarken yansımayan kısmında neler olduğu bilinmemektedir. Akılla, hassasiyetle yürütülmeyen her süreçten zararla çıkılacağı açık ve nettir. İlerleyen günlerde bizleri nelerin beklediği ise diğer birçok şey gibi belirsizdir.

Herkes için değil biz istediğimiz için bizim istediğimiz şekilde bir yaklaşımla gündem yaratma da ve yaşatmada başarılı olunmaktadır. Bu konudan rahatsızlık duyan olası can ve mal güvenliğinin tehdit altında olduğunu gören birçok kitle, meslek örgütlü ve siyasetçiler tepki belirtmişlerdir. Kanunların kimlerden yana olduğu açık ve netken duyarlılık sahibi olan her kitle ve topluluk bir arada durmalı, şiddete karşı dayanışma ve mücadele içerisinde olmalıdır.

https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=f2101858-77dd-11ea-a12d-7aee3f6e69c5