21 yıl önce, 17 Ağustos 1999 tarihinde gerçekleşen ve resmi sonuçlara göre 18.873 insanımızı kaybettiğimiz, yüzbinlerce binanın hasar gördüğü, milyonlarca insanın etkilendiği Marmara Depremi`nin yıl dönümü nedeniyle 13 Ağustos 2020 tarihinde Şubemizde bir basın toplantısı gerçekleştirdik.
Şube Başkanımız Eylem Ulutaş Ayatar tarafından yapılan basın açıklamasının metni aşağıdadır.
Basın Açıklaması videosu: https://youtu.be/fJ2O0YLq788
“Marmara Depreminin Yıl Dönümü”
İMO İZMİR ŞUBE BASIN AÇIKLAMASI
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Gölcük merkezli Marmara Depreminin üzerinden 21 yıl geçti. Resmi sonuçlara göre 18.873 insanımız yaşamını yitirdi, 23.781 insanımız yaralandı, 328.113 ev ve işyeri yıkıldı veya hasar gördü. Açıkçası yapılarımızın %25`i kullanılamaz hale geldi, %6`sı yerle bir oldu, %7`si ağır hasar, %12`si de orta derecede hasar gördü. Bir milyondan fazla insanımız evsiz kaldı. 17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı. Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon insanımız bu depremin sonuçlarını yakından hissetti.
İnşaat Mühendisleri Odası bu büyük afetin bir “Milat” olması gerektiğini ifade etti.
Aradan geçen 21 yılda Bingöl, Van, Elazığ-Sivrice gibi büyük depremlerin yanı sıra Çanakkale, Manisa, Muğla-Bodrum, İzmir, Adıyaman, Denizli, Tekirdağ, Bingöl ve Malatya gibi illerimizde yaşanan depremlerde çeşitli ölçeklerde can ve mal kayıpları yaşandı. Bu depremlerden sonra da “bundan sonraki” depremlerde benzer sonuçları yaşamamak için alınması gereken önlemler yine hatırlandı ve ifade edildi.
Deprem olacak, biliyoruz.
Ülkemiz, sismik olarak dünyanın en aktif bölgelerinden birinde yer almaktadır. Bunun doğal sonucu olarak, kısa sayılabilecek aralıklarla hissedilir depremler yaşamaktayız.
Günlük rutinimiz içerisinde yer almasa da deprem hayatımızın bir parçası. Bu gerçeği kabul edip, depremi uzun uzun konuşmak yerine depremin bir afet yaratmaması için gerekli önlemler üzerinde konuşmalı ve zaman kaybetmeden gerekli tedbirleri almalıyız.
Yapı Güvenliğini Konuşmanın Vakti Geldi.
Afet yönetimi; afet öncesi, afet anı ve afet sonrası yapılacak çalışmaları içerir. Ülkemizde daha çok afet sonrası çalışmalar üzerinde yoğunlaşılıyor. Ancak tehlikeyi riske dönüştürmemek için afet öncesi çalışmalara daha fazla önem verilmesi gerekiyor. Kısacası, zamanlaması geç de olsa yapı güvenliğini konuşmamız gerekiyor. Geleceğimizi düşünerek bir başlangıcı işaret edip “o gün, bugün olsun” diyebiliriz.
Herhangi bir deprem olduğunda, görsel ve yazılı basında yerbilimcilerin konusu olan depremin oluşumu ve fay hatların geçtiği yerlerin kamuoyunu fazlasıyla meşgul edecek şekilde tartışıldığını ve medya nezdinde bir takım çarpıcı bilgilerle verildiğini görüyoruz. Oysa halkın ihtiyacı olan bilgi deprem anında yapısının güvenli olup olmadığıdır.
Bununla beraber çok net ifade etmek gerekir ki, depreme dayanıklı yapı tasarımı, tamamen inşaat mühendislerini ilgilendiren bir konudur. Yapı ve yapı-zemin etkileşimi, İnşaat Mühendisliğinin çalışma konuları arasındadır.
Depremin Yaratacağı Afeti Engellemek Devletin Görevidir.
Her vatandaşın güvenli konutlarda yaşamaya hakkı vardır. Devletin de bu noktada gerekli önlemleri alma sorumluluğu vardır. Elbette bu sorumluluk ciddi bir çalışmayı gerektiriyor. Yapı güvenliği çalışmalarının süratle başlatılması, bilimsel metotlarla sürdürülmesi ve yapı güvenliği kavramının siyaset üstü bir statüye kavuşturularak bir devlet politikası haline getirilmesi elzemdir.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından yayınlanan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı depremi öğrenmek, deprem güvenli yerleşme ve yapılaşma ve depremin etkileriyle baş etmek gibi 3 ana eksende hazırlanmıştır. Görevli kurumlar ve yapacakları işler, süreleriyle birlikte tanımlanmıştır. Ancak bu planın çok gerisinde kalındığı görülmektedir. Örneğin Eylem Planında 2017 yılına kadar başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye`deki bina envanteri çıkarılması ve mevcut yapıların hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılması ile ilgili maddenin gereği yerine getirilmemiştir.
Yapı Üretim Sürecinin Özneleri Mühendis ve Mimarlardır.
Yine Stratejik planda, 2023 yılına kadar Üniversitelerde daha nitelikli, verimli ve uygulamaya yönelik mühendislik ve mimarlık eğitiminin verilmesi ve 2017 yılına kadar Yetkin veya profesyonel mühendislik uygulamasının yaşama geçirilmesi sağlanacaktır maddelerinin de yerine getirilmediğini görmekteyiz.
İnşaat Mühendisleri Odasına bağlı Şubeler olarak “Nitelikli Eğitim İstiyoruz, Başarı Sıralaması 50.000 olsun ve Kontenjanlar Azaltılsın” kampanyasının amacı da bu hedefi canlı tutmak ve gereğinin yerine getirilmesi konusunda sorumlu olan tarafları uyarmaktı.
Yapı üretimi neredeyse tümüyle kontrolsüz müteahhit-taşeron sisteminin insiyatifine bırakılmamalı; proje üretiminden, imalat sonuna kadar bütün aşamalarda tavizsiz bir kamu denetimi için bütünsel bir sistem oluşturulmalıdır. Bu kapsamda Yapı Denetim, Şantiye Şefliği, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği gibi alanlardaki mevcut uygulamalar gözden geçirilmeli, bunların tümünde mühendis ve mimarlar özne olmalıdır.
Bilimsel Metotları Kullanmak Hayat Kurtarır.
Geçmiş depremlerden edindiğimiz tecrübeler ve Şubemiz tarafından yürütülen Yapı Stoku Envanteri çalışmaları depreme ne kadar hazırlıklı olduğumuz konusunda bize önemli ipuçları sunmaktadır. Örneğin Şubemizin tamamlamış olduğu Yapı Stoku Envanteri çalışmalarından yola çıkarak İzmir geneli için hasar görecek/yıkılacak bina sayısını yaklaşık olarak öngörebiliriz. Bu sayı olası bir depremde karşılaşacağımız muhtemel tablo ile ilgili bize önemli bilgiler verir ama insan hayatı düşünüldüğünde bu bilgi yetersizdir. Önemli olan hangi binaların hasar göreceğini tespit edebilmek ve hasar yaşanmadan önce gerekli önlemleri alabilmektedir. Tüm bu sebeplerle acilen ülkemizdeki tüm yapıların envanter çalışmaları yapılmalıdır. Can güvenliğini sağlamayacağı öngörülen yapıların devlet destekli projelerle kentsel dönüşümü sağlanmalıdır.
İmar Barışı ile Ruhsat Alan Yapıların Depreme Dayanıklılığı Kontrol Edilmelidir.
Kentimizdeki yapılaşmayı düşündüğümüzde planlarımıza ne kadar uyduğumuz ise tartışma konusudur. Bölgesel ihtiyaçlara uygun hazırlanan uzun vadeli planlarımız, maalesef günlük kararlarla altüst edilmektedir. İmar affı gibi uygulamalar bunların başında gelmektedir. “İmar Barışı” ile inşaat mühendisleri ve tüm yetkili kurumlar bir kenara atılarak yapıların güvenliği vatandaş “beyanıyla” resmileştirilmiştir. Bu hatadan dönebilmek için bu afla ruhsatlandırılan yapıların depreme dayanıklılık raporu zorunlu hale getirilmelidir.
Bunun dışında imar planlarında yerel yönetimlerle merkezi yönetimlerin uygulamalarındaki çok başlılık ortadan kaldırılmalı, uzun vadeli planlara mutlaka uyulmalıdır.
Kentimizin Altyapısı Gözardı Edilmemelidir.
Deprem sadece yapı özelinde değildir. Yabancı terminolojide “Life Line” olarak ifade edilen, yani yaşam hatları olarak belirlenecek tüm altyapının da depreme hazırlıklı hale getirilmesi gerekmektedir. Yani yine bir kez daha vurgulamak gerekirse, tek tek yapılardan kamu binalarına; sokaklarımızdan, parklarımızdan kavşak ve köprülerimize, ulaşım merkezlerine varıncaya kadar bütün bir kenti deprem anı ve sonrası için hazır hale getirmeliyiz. Kentsel Dönüşüm uygulamalarına da bu bakışla yaklaşmalı, kentsel dönüşüm deyince eski binayı yıkıp, yerine yenisini yapmayı anlamamalıyız.
Son söz olarak; depremin afete dönüşmesini istemiyorsak; ilgili kamu kurumlarımız ve belediyelerimiz tarafından net bir irade ortaya konulması gerektiğini vurgulamak isteriz. Bu iradenin ortaya konulması halinde, biz İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak, daha önce bina güvenliğine yönelik envanter çalışmalarında olduğu gibi kamu yararı için yürütülecek herhangi bir çalışmada üzerimize düşecek görevi yapmaya hazırız.
Eylem Ulutaş Ayatar
İMO İzmir Şube Başkanı