10 Eylül 1922 günü, Gazi Mustafa Kemal, İzmir’de

Ahmet Gürel İnş. Müh.

“VATAN SAVUNMASI OLMASA, SAVAŞ BİR CİNAYETTİR”

26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30’da, Kocatepe’den Anadolu yaylasına güneş doğarken, Şayak Kalpaklı Başkomutan, “Ateş” emrini verir. Birden, bir gök gürültüsü gibi topçu ateşi başlar. “Büyük Taarruz” başlamıştır. 9 Eylül 1922 günü, 1240 günlük esaret bitecek, acılar da bitecek, özlem de…

30 Ağustos 1922 gününde, işgal ordusu tamamen sarılmış ve imha edilmiş; “Dumlupınar Meydan Savaşı” kazanılmıştır. Önce Afyon kurtulur, sonra da Uşak…

1 Eylül 1922 günü, Başkomutan Mustafa Kemal, sözlü emrini Uşak’ta şöyle veriyordu;

“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz. İleri.”

Gazi, Zafertepe’den bizzat yönettiği meydan savaşından sonra, savaş sahasını gezerken, binlerce Türk ve düşman cesedini birbiri üzerine yığılmış olarak görmüş ve bu korkunç manzara karşısında, “Şayak Kalpaklı Başkomutan” şunları söylemiştir:

“Bu manzara insanlığı utandırabilir! Fakat haklı vatan savunmamız için buna mecbur olduk. Türkler başka milletlerin vatanında böyle bir harekete kalkışmazlar.”

Savaş artıkları arasında yırtılmış ve terk edilmiş bir de Yunan bayrağını gören Başkomutan, eliyle bayrağın yerden kaldırılmasını işaret ederek, şöyle konuşmuştur:

“Bayrak bir milletin bağımsızlık işaretidir. Düşman da olsa hürmet etmek gerekir. Kaldırıp topun üzerine koyunuz.”

9 Eylül 1922 saat 10.00’da muzaffer Türk ordusu İzmir’e girmiştir. Muzaffer Komutanın İzmir’e girerken tuttuğu not aşağıdadır:

15 Mayıs 1919, İzmir’in işgali… Ben aynı günde İstanbul’u terk ettim. O kara günde Karadeniz’deydim. 3 sene ve 4 ay sonra da bugün Akdeniz’deyim.

Aynı gün, Gazi Mustafa Kemal Paşa Belkahve’den İzmir’i seyrederken, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya dönerek;

Paşam, Anadolu seferi yüz aklığı ile sona erdi. Bundan sonra başka işlerimize bakarız” demiştir. Gazi, İzmir’de herhangi bir yangın belirtisi görmeyince, arkadaşlarına: 

“Eğer, bu güzel şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm” demiştir.

Geceyi Nif’te (Kemalpaşa) geçiren Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Bütün hayatımda sevinçle geçirdiğim bir gece vardır. O gece; ordumuzun İzmir’e girdiği günün burada geçirdiğim gecesidir” diyerek, o gün yaşananları şöyle anlatıyordu:

“O zaman buradan geçerken, bu muhterem halkın gördüğü zulüm ve düşmanlığa rağmen, resmimi koynundan çıkararak beni tanıdıklarını ve otomobilime atılarak kucakladıklarını unutamam. Bugün o hatırayı yaşıyorum.”

10 Eylül saat 14.00’de, Yüce Başkomutan, Anafartalar caddesini takip ederek, İzmirlilerin tezahüratları arasında İzmir Hükümet Konağı’na gelmişlerdir.

“Bir rüya görmüş gibiyim” diye mırıldanan Gazi Mustafa Kemal Paşa, valilik balkonundan, İzmirlilere yaptığı konuşmayı şöyle bitirmiştir:

“Başarı benim değil, milletindir.”  

10 Eylül 1922 günü Gazi’nin yanında yer alan Ruşen Eşref Bey, o gün İzmir Valiliği önünde yaşananları şöyle anlatmıştır:       

O gün İzmir Valiliği’nin önünde atının kuyruğuna bağladığı Yunan bayrağını yerlerde sürükleyen Süvari Çolak İbrahim’i gören Gazi, emir çavuşu Ali Metin’le, ona şu haberi yollamıştır:

“Bayrağı yerde sürümesinler. Bu bizim adaletimize yakışmaz.” Bunun üzerine Yunan bayrağı atın kuyruğundan çözülmüştür. 

10 Eylül 1922 gecesi, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Karşıyaka’daki Fahrettin (Altay) Paşa’nın akrabası İplikçizade İsmail Bey’in köşkünde kalması planlanmış ve ona göre hazırlıklar yapılmıştır. Bu seçimde Yunan Kralı Konstantin’in 12 Haziran 1921 tarihinde o köşkte kalmış olmasından kaynaklanan duygusal bir eğilim de rol oynamıştı. 

Gazi, İzmir Hükümet Konağı’ndan ayrılmış ve Karşıyaka İplikçizade Köşkü’ne varmıştır. Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey, İplikçizade Köşkü önünde yaşananları şöyle anlatmıştır:

“Hep bitmeyen, tükenmeyen alkışlar ve kutlayışlar arasında evin önüne vardın. Atlar durdu. Araba durdu.

İki yanını sarmış bir coşkun halk arasından geçtin. Evin merdiven taraçasına çıktın. Seni yerlere eğilerek; Seni el çırparak; Seni dualar ederek karşılayan kadın, erkek kalabalığın önünde durdun.

Seni içeri davet ediyorlardı. Sen duruyordun. …Yerde yatan örtüyü sordun. O, ipekten kocaman bir düşman bayrağıydı ki üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi böyle serilmişti…

Kadın-erkek oradaki İzmirliler:

‘Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü yerine getiriniz! Yabancı kral, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak geçmişti. Siz, lütfedin. Bu karşılıklı o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir’ diye yalvarıyorlardı.

Sen, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğun noktada kaldın. Sana ağlaşarak yalvaran kadınlara, erkeklere tatlılıkla baktın:

‘O, geçmişse hata etmiş. Bir milletin istiklalinin timsali olan bayrak çiğnenmez. Ben onun hatasını tekrar edemem’ dedin. Onu yerden kaldırttın ve bembeyaz mermerlere basarak içeri girdin.

İşte, sen İzmir’e ilk gün zaferinle böyle girdin.”

“Vatan Savunması Olmasa, Savaş Bir Cinayettir” diyen Atatürk’ün, İzmir’e girerken Yunan bayrağına üç kez gösterdiği saygıyı makalemde okudunuz. 100 yıl önce, Anadolu’yu işgal eden Yunanlılar, 9 Eylül günü, İzmir’i terk ederken, artlarında kan, acı ve unutulmaz nefret bırakmışlardır. Onlar, yaşadıklarına; “Küçük Asya Felaketi” derken, günümüzde aynı işgalci tavrı yenilemektedirler. Onlar, tarih okumayı sevselerdi, tarih tekrar etmezdi… AB’nin şımarık çocuğuna, 100 yıl önce, emperyalist ülkelerin kışkırtması ile Anadolu’da yaptıklarını hatırlatmak, görevimiz olsun. Savaşlar olmasın, Atatürk’ün özlemiyle, “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” olsun, diyorum.