Aylardır, varlığını aldığımız her nefeste daha da derinden hissettiren ve etkisi tüm dünyayı sarmış olan bir salgınla karşı karşıyayız. Doğa üzerine, doğa-insan ilişkisi üzerine, insanların birbiriyle olan ilişkisi üzerine, akıl, özgürlük ve yaşamın kendisi üzerine çokça düşünülmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Göz ardı edilen, üstünde durulmayan birçok kavramı raftan indirip tozlarını üfleme vaktinin geldiğini görüyoruz.
Söz konusu durumun farklı çerçevelerden incelenmesi gerektiği kanısındayım. Sadece sebep ve sonuç ilişkisi gibi sığ bir perspektiftense; durumu tarihselliğiyle kavramak gerekiyor. Salgının bir süreç olduğu ve kontrol altına alındıktan sonra da etkilerinin devam edeceği unutulmamalıdır. Yaşamımız mevcut duruma adapte olacak şekilde değişip dönüşecektir. Salgın sonunda bıraktığımız yerden salgından önceki yaşamımıza döneceğimizi düşünmek bir yerde çağı kaçırmak olacaktır.
Mevcut pandemi hali, bireysel yaşantıyı etkilediği kadar toplumsal yaşamı da etkilemektedir. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi, politika, kültür gibi toplumsal yaşamla iç içe olan birçok alan, içinde bulunduğumuz salgın süreci tarafından yönlendirilmektedir. Salgın, yaşama uyumlu bir şekilde yönetilemediği zaman, yaşamı kendi yörüngesine sokmaya çalışıyor. Yaşantımızı salgın durumuna göre dönüştüremediğimiz takdirde, salgının altında ezilerek düşeceğimiz boşluktan kaçınmamız olanaksızdır. Günümüzde tiyatronun ve dolayısıyla tiyatro emekçilerinin içinde bulunduğu boşluk da tam olarak budur. Tiyatrocular; süreci bir yerinden yakalayıp üretmeye devam edebilecekken gerekli fırsatlar tanınmayarak ve desteklenmeyerek engelleniyorlar. Tiyatronun yeterli desteği bulamayışını doğrudan pandemiye bağlamak yerinde bir tespit değildir. Şüphesiz bu tutum, pandemi ile başlamamıştır ve tarih boyunca itaat bekleyen her ideolojinin değersizleştirme politikasının bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak denebilir ki bu dönem, alınan önlemler göz önünde bulundurulduğunda, yaşamsal gerekliliklere öncelik veren ve geri kalan her şeyi dışarıda bırakan bir süreç olması dolayısıyla, tiyatroyu bu önceliklerin içine almayarak sadece bir hobi ve sosyalleşme aracı olarak sunmaktadır. Tiyatro ise bu tanımlamaları kapsayıp aşar durumdadır. Sosyalleşmeye fırsat vermesi açısından toplumsallığın bir parçası olmasının yanı sıra, bir üretme ve tüketme alanıdır; toplumsal bir paylaşım ve ruh doyumudur.
Sanatçı, üretmek için sayılamayacak fırsat yaratabilir; sınırlılıkların içinden kendi sınırsızlığını yakalayabilir veya boşluğun içinde kendi zeminini bulabilir. Ancak ürettiğini sunma fırsatını yakalayamadığı veya bu sunuşun ekonomik ve sosyal karşılığını alamadığı durumlarda asıl çıkmazı başlar. Bu durumda sanatçı, sanatıyla sınanır. Günümüzde de tiyatro büyük bir sınavdan geçmektedir. Zaten hali hazırda türlü sansürlerle, düşük ücretli gösterimlerle sosyal ve ekonomik yönden birçok zorlukla burun buruna olan tiyatrocular, salgınla birlikte daha da zorlu bir sürecin içine düşmüşlerdir. Birçok tiyatro ekibi bir araya gelerek oluşturdukları bir bildiri ile beklentilerini ilgili yerlere duyurmaya çalışsa da, kayda değer bir karşılık bulamamışlardır. Bu da sanatçıları başka çıkar yollar bulmaya itmiştir. Böylelikle her alanda olduğu gibi tiyatro için de dijitalleşme süreci hızlanmış ve kimi tiyatrolar gösterimlerine internet üzerinden devam etme fırsatı bulmuştur. Bunu hayata geçirebilen tiyatrocular buradan az da olsa kazanç sağlayabilseler de bu alt yapıya sahip olmayan sanatçılar için durum daha ciddi görünüyor.
Toplu olarak bir arada olduğumuz birçok alanda yetersiz önlemlerle yaşamımıza devam edebiliyorken tiyatro için bu kadar katı kurallara tabii olmamız bu açıdan oldukça şaşırtıcı. Tiyatro severler olarak bizlere düşen belki de mevcut salgın durumuna uygun şartlarda sunulacak gösterimler talep etmek, tiyatroları desteklemek; ne kadar zor şartlar altında olursak olalım sanattan ve sanatçıdan vazgeçmemektir. Sanat, her şey yolunda gidiyorken başka; her şey alt üst olmuşken bambaşka şeyler ifade eder. Küresel olarak zor bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde, bırakalım sanat bir şeyler ifade etsin; yazsın, çizsin, konuşsun… Elbet onun da söyleyecekleri vardır; yeter ki bunun için fırsat verilsin. Dışlanmasın, ötekileştirilmesin; bizim bir parçamız olduğu gözden kaçırılmasın. İçinde bulunduğumuz zorlu süreci katlanır kılan en önemli şeyin sanat olduğu düşünüldüğünde, ona daha büyük yer açmamak için hiçbir sebep yok gibi görünüyor.