Son yıllarda ülke gündemine gelen bazı projelerin tartışma yarattığını görmekteyiz. Bu projelere atfedilen “çılgın” sıfatı kulağa bir pazarlama stratejisi gibi gelirken, aslında şimdiye kadar hiç kimsenin aklına gelmeyen önemli yatırımları gündeme getiren iktidarın cesaretini tanımlamak için de kullanılıyor sanki. Biz bilir, biz yaparız ve öylesine çılgınız ki…
Bu projelerden ilk akla geleni Kanal İstanbul. Projenin çevre ve şehircilik anlamında ortaya çıkaracağı geri dönülemez sonuçlar birçok uzman bilim insanı tarafından açık bir şekilde ifade edilmesine rağmen yapımı konusunda sürdürülen inadı anlamak mümkün değil. İstanbul’u dikine kesen bu kanalın yaratacağı şehirleşme, orman arazilerinin tahribatı, su kaynaklarının durumu, kentin dahası ülkenin kazanım ve kayıpları tam olarak ortaya konulmamasına karşın yapım konusundaki bu “çılgın” ısrarın sebebi nedir? Marmara denizi son nefesini verirken, şehir trafikle can çekişirken, deprem tehdidi kapıya dayanmışken rant odaklı ve şehirciliği, doğayı ve İstanbul’un binlerce yıllık tarihini hiçe sayan kısa vadeli projeler ne kadar akılcı ve insandan yana olabilir? Tüm bu sorular cevaplarını bulamamışken, söz konusu projenin “izzetinefis” meselesi haline gelmesi nasıl açıklanabilir?
İzmir’de bizim de bir çılgın projemiz var elbette: Çeşme Projesi. Bakanlık tarafından detayları ortaya net olarak konulmayan ancak fikir düzeyinde tartışıldığı ifade edilen bu projenin % 97’si kamu arazisinin üzerine yapılacak. Öncelikle bu “çılgın fikrin”, kentin üst ölçekli planlarında yer almadığını ve mevcut koruma statülerinin izin vermediği kullanımları içerdiğini söylemeliyiz. Yapılacak yatırımla yüksek ekonomik getiri hedeflendiği ifade edilirken üst gelir grubunun kullanımına yönelik olduğu böylece kabul edilmektedir.
Projenin ana muradının Çeşme’deki turizmin 12 aya yayılması olduğu öne sürülmekte ancak doğayı tahrip etmeden kent bütünündeki potansiyelin değerlendirilmesiyle aynı hedefin tüm İzmir’de yakalanabileceği göz ardı edilmektedir. Lüks tesislere, golf sahalarına, yat limanlarına, otellere terk edeceğimiz bu alan gelecek nesillere bırakacağımız bir miras niteliğinde. Bu mirasın sahibi olan çocuklarımız, asfalt ve betona boğduğumuz sahillerin hesabını bizlerden bir gün elbet soracaktır.
Karanlık ilişkilerle etrafımızı saran bu düzen doğamızı, çevremizi, şehrimizi içten içe çürütürken insan kalan yanımıza da açıktan açığa saldırmakta, özgürlüğümüze, iç barışımıza ve eşitliğimize kast etmektedir.
İzmir’de HDP İl Binasına yapılan saldırı, İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasına itiraz edenlerin maruz kaldığı şiddet, kadın cinayetleri ve adaletsizlik, işsizlik, yoksulluk sarmalında suça itilen kitleler, ahlaki yozlaşma adeta Marmara denizinin üzerinde yüzen müsilaj gibi toplumun üzerini kaplamaktadır. Bu sonu gelmeyen kirliliği önlemenin tek yolu örgütlenerek yaşamımıza sahip çıkmaktır. Mühendis olarak, doktor olarak, esnaf olarak, köylü olarak, işçi olarak dahası insan olarak…