Tanımına sığmayan ayrımcılık? Farklılık?

Hatice TAMAZ

“Açgözlülük insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefretle kuşattı, hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve kanın içine sürükledi. Hızımızı arttırdık ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı yaptı; zekamızı ise katı ve acımasız. Çok fazla düşünüyoruz ama çok az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa muhtacız, zekadan çok iyilik ve anlayışa muhtacız. Bu değerler olmadan hayat korkunç olur, her şeyimizi yitiririz” diyor Chaplin The Great Dictator filminde. Bu paragrafı okuduğumuzda aklımızda belki binlerce fikir düşünce dönüyor olacak fakat üstüne basa basa söylenmesi gereken şey insanlığımıza muhtacız iyiliğe hoşgörüye anlayışa güler yüze muhtacız, bu değerler olmadan her şeyimizi benliğimizi yitiririz.

Görmezden gelinen bu değerleri unuttuğumuz aşikâr. Hangi yüzyılda olursak olalım hangi ilkeyi hangi yasayı savunacak olursak olalım insani değerlerin hiçe sayıldığı özgürlüklerin hakların kolayca yok sayılabildiği tarih fark etmeksizin her dönemde yaşadığımız korkunç bir çelişki bu. Her yaşamın değerli olduğunu din, dil, ırk, cinsiyet bunların hiçbirini yaşamımızdan düşünce özgürlüğümüzün daha önemli olmadığını ne zaman anlayacağız. Peki neden yaşamak varken haklarımızı savunurken buluyoruz kendimizi, farkındalık kazandırmaya çalışmak niye? Neden bir mücadele içerisindeyiz? Bu soru için yıllar öncesine bakmalıyız.

17. yüzyılın başarında ortaya çıkmış “diskriminierung” “discrimination” “discrininatio” “ayrılma, ayırma, bölme” adına ne derseniz bir kız çocuğunun çığlığında, bir babanın feryadında ya da bir köşede sessizce ağlayan amcanın gözlerinde görebileceğiniz kavramın adı bu. 17.yüzyılda ortaya çıkmış deniyor olsa da bu kavramı MÖ 384 yılında da 21.yüzyılın 21.yılı 5.ayında da görüyoruz. Aristo’nun anlayışı olan “benzer olanlara benzer farklı olanlara farklılıkları oranında muamele edilmelidir” köle-efendi ilişkisine yönelik yapılan gözlem sonucu ortaya çıkan farklılık, benzerlik anlayışı bizleri yine sorular sormaya yöneltiyor. Nedir bu farklılık? Benzerlik? Özgürlüğü için sesini duyurmaya çalışan bireyin yaşamını elinden alabilme gücü müdür farklılık, ya da yanlış doğru kavramını belirleyebilecek güce sahip olduğuna inanmak mıdır benzerlik?

Yaşanan korkunç olaylar akabinde “birey\bireylerin sahip olduğu bazı özelliklerinden dolayı haklı bir gerekçeye dayanmadan insani değerlerini, haklarını göz ardı edecek şekilde gördüğü muamele” olarak tanımlanan yüzyıllar öncesine dayanan ayrımcılık kavramı, uluslararası düzeyde ilk defa 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde yasaklanmış sonrasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (1966), Avrupa Sosyal Şartı (1961) ve Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı (1996), Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ’de (2006) ve daha birçok sözleşmede, yasada, kuralda yerini almıştı. Okuduğumuz her haberde yaşanan her olayda görüyoruz ki ne yasa ne kural bu durumun önüne geçemiyor. Bugün de yarın da sorunlarla mücadele eden farklı etiketine sığdırılmaya çalışılan yalanlarla boğuşacak insan, yine insan olarak nitelendirilen bir diğeri tarafından yaşayacak, yaşamak zorunda bırakılacak.  Seçim hakkı bizde olmayan durumlar için bile aynı kalıplara sığdırılmaya çalıştırılacağız aynı fikirlere sahip olmamız beklenecek, savaşlar çıkacak karşı eylemler çıkacak, gelecekte de geçmişte de günümüzde de…

 Yıllarca süre gelen hal çaresi bulunmayan binlerce can almış yüzbinlere hayatı bitiren bu kavramın adını siz koyun. Belki aynı pencereye bakıyoruz, belki aynı resmi görüyoruz. Fakat ne aynı yerden bakabiliriz ne de aynı gözden. Evet farklıyızdır, evet aynıyızdır; bunu kim belirleyebilir kim bilebilir ki? Ne adına savaşılabilir ki? Ama şundan eminim: Evet savaşacağımız çok şey var. Ülkemiz, dünyamız en çok da insanlığımız için.