Anlayış ve Algılayış Üzerine

Planning, risk and strategy of project management in business, businessman and engineer gambling placing wooden block on a tower.Business and construction concept.
Deniz Mahir Keçe
İnşaat Mühendisi

Her şeyden önce değinmek istediğim konu, yaşamı ve içindekileri biraz daha katlanabilir kılmak adına, müzik olacak. Elbette sessizlik bir tercihtir. “Es”. Fakat onun da müziğe dâhil olduğunu düşünüyorum. Ve melodinin, armoninin olmadığı bir yaşam hayal edemiyorum. Çünkü eğer yeterince geriye gidersek müzik diye tanımladığımız kavramın neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt olduğunu görürüz. Henüz insan ırkının dili keşfetmediği zamanlarda sadece doğanın armonisi ve diğer canlıların melodileri vardı dünyamızda. İnsan da bu sesleri hayatına mükemmel şekilde tatbik ederek yansıttı. Ve bugün bizlerin modern anlamda müzik olarak tanımladığı kavramın, işte ta o çağlardan beri süregelecek birikimin, temeli atıldı. Neredeyse bu on binlerce yıllık aktarım insan dna’sında kalıtsallaştı ve müziğe olan yatkınlığımızla ortaya çıktı. Tıpkı “hepimizin bir şeye sarılmaktan mutlu olması” gibi… Tıpkı “yağmur sonrası meydana gelen kokunun hoşumuza gitmesi” gibi… İşte müzik de hepimizin hayatına, duygu durumuna tesir eden harikulade bir unsur oldu.

Müzik olmadan hayat bir hata olurdu.

Friedrich Nietzsche

Diğer bir bakış açısıyla müzik; fiziğin en yalın tezahürü, matematiğin en güzel halidir. Hatta yaratıcının en zarif yansıması, belki de doğaüstü bir fenomendir… Fakat şu bir gerçek ki, ruhun biricik gıdasıdır müzik… Müziğin bu inanılmaz tesiri karşısında, biz yeryüzünde yaşayan insanlar, onun ahengine kapılmaktan kendimizi alıkoyamayız tıpkı üstat Friedrich Nietzsche’nin dile getirdiği gibi. Fakat şimdilik müziği bir başka bahsin konusu olarak havale edelim daha sonraki yazılarımıza.

Bu uzunca girizgâhtan sonra okumaya niyet ettiğiniz bu satırları daha okunabilir hale getirebilmesi amacıyla, yazıyla birlikte size eşlik edebilecek, bir müzik bırakıyorum. Eğer olanağınız varsa -hemen aşağıdaki internet adresine tıklayarak- teknolojinin bizlere sunduğu bu imkândan faydalanmanızı ve yazıyı okumaya müzikle devam etmenizi tavsiye eder, esenlikler dilerim.

“Mühendis” kelimesini etimolojik olarak incelediğimizde Arap dilinden bizim dilimize geçmiş bir kelime olduğunu ve kelime kökünün hendese olduğunu görmekteyiz. Hendese kelimesinin tarihteki ilk kullanımlarına bakıldığında ise Fars dilinde bulunan endaze kelimesinden türeyerek Arapça’ya geçtiğini görmekteyiz. Aslında bu her iki kelime de yakın zamana değin kullanılan kelimelerdi toplumumuzda.

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti döneminde uzunluk ölçü birimi olarak endaze kullanılmaktaydı. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasıyla -dünyada meydana gelen yeniliklere ve gelişmelere daha iyi uyum sağlayabilmek amacıyla- Uluslararası Birim Sistemi’ne (SI) geçilmiş ve uzunluk birimi olarak da metre kabul edilmişti. O tarihten itibaren arşın, endaze ve kulaç gibi uzunluk ölçüleri yerine metre standardı kullanılagelmiştir. Yine o dönemlerde -batı tarzı yenilikler sayesinde- hendesehanelerin (mühendislik okullarının) açıldığını ve -bugünkü ismiyle üniversite olan- medreselerde hendese ismiyle geometri derslerinin öğretildiğini bilmekteyiz.

Bu etimolojik ve tarihi argümanlar ışığında hendese kelimesinin sözcük anlamının ölçmek, hesap etmek olduğunu bununla birlikte terim anlamının da geometri olduğunu görmekteyiz. Burada ifade edilmesinde fayda olan bir husus daha var. Bilindiği gibi Türkçe eklemeli diller kategorisinde yer alan bir dildir. Dolayısıyla bir işi ya da eylemi gerçekleştiren kişiyi belirtmek için kelimenin sonuna yapım ekleri getirilerek yeni bir kelime türetilir. Örneğin iş-işçi, maden-madenci, öğren-öğrenci vs gibi. Ancak bu durum Arap dilinde farkıdır. Çünkü Arapça çekimli/bükümlü bir dildir. Dolayısıyla bir işi ya da eylemi gerçekleştiren kişiyi belirtmek için “ism-i fail kalıbıyla fiili şahsileştirmeniz” gerekir. Bunu da mim mastarını -belirli bir kural çerçevesinde- kelimenin başına, ortasına ya da sonuna getirerek yapabilirsiniz. Dolayısıyla hendese yani hesap etme fiilini gerçekleştiren kişiyi belirtmek için mim mastarını kelimenin başına ekleyerek “mü-hendis” kelimesini elde edersiniz. Yani hesap etme işini gerçekleştiren kişi. Gündelik yaşamımızda bu yolla türetilmiş pek çok kelimeyle karşılaşmamız mümkündür. Örneğin taahhüt-müteahhit, ferd-münferid, haber-muhabir vs gibi.

Mühendisleri

ülke sorunlarıyla ilgilenmeyen bir toplumun

geleceği yok demektir!

Tekrar konumuza dönecek olursak icra etmekte olduğumuz mesleği göz önüne aldığımızda, aslında yaptığımız işin tam olarak da bu olduğunu fark ederiz. Hesap etmek. Bir inşaat mühendisi yapının statik ve dinamik yüklerin tesiri altındaki davranışlarını hesap eder ve emniyetli bir şekilde inşa edilebilmesi için tasarlar. Bununla birlikte projenin ekonomik hesaplamalarını yapar; maliyet, metraj ve hakediş tabloları gibi finansal durumlarını ele alır. Sadece bunları hesap etmekle kalmaz iş ve proje yönetimiyle ilgili personel sayısı ve tahmini süresi vb. hakkında hesaplar yapar. Bu durum diğer mühendislik disiplinlerinde de benzerlik gösterir. Ancak bir insanın yaşamı göz önüne alındığında sanırım en çok “hesap-kitap”la uğraşan insan grubu mühendislerdir diyebiliriz. Arthur M. Wellington “Mühendislik; beceriksiz birisinin 2 dolara kötü yaptığı bir işi, 1 dolara daha iyi yapma sanatıdır” der. Yani tam olarak yanlış olmaktan ziyade yaklaşık olarak doğru olma sanatıdır mühendislik. Ve bunların her biri hesap edilerek gerçekleştirilir.

Elbette teknoloji gelişti ve insanlık pek çok şeye daha da ulaşabilir bir durumda günümüzde ve tüm bunları ilgili bilgisayar programları bizlerin yerine hesaplıyor artık. Fakat, eğer yeterince deneyimli bir mühendis değilseniz, bilgisayar programlarının hesaplarının eksik kaldığı veya üstünkörü değerlendirdiği noktaları dikkatli bir şekilde incelemediğiniz takdirde ciddi problemlerle karşılaşabilirsiniz. Ve benim bu hayatta öğrendiğim derslerden bir tanesi de şudur ki; mesleğinize göre yaptığınız hatanın sonuçlarının ciddiyeti de değişiyor. Eğer onlarca insanın yaşamını etkileyebilecek bir hata meydana gelmişse bu durumun karşılığında yaşayacağınız akıbet de o nispette ciddi oluyor. İşte bizim mesleğimizde ciddiyet bu denli önemlidir. Bu sebeple “herkes ilgili mühendislik fakültesinden mezun olabilir ancak herkes mühendislik yapamaz” denilir. Bunun için doğuştan edindiğiniz bir takım becerilere sahip olmanız, doğru eğitimi almış olmanız ve bazı konularda kendinizi geliştirmiş olmanız gerekir.

Bu anlamda bizler okullarda analitik düşünebilmek üzere eğitim aldık hocalarımızdan. Diferansiyel denklemler ve integraller çözdük. Kartezyen bakış açısını edinmeye çalıştık. Belki henüz o yıllarda bu bilgilerin hayatımızda ne gibi fonksiyonlarının olacağı konusunda kararsızdık. Fakat bugün gelinen noktada bu her bir dersin mühendis bakış açısını ve çözüm odaklı bilimsel yaklaşım metodunu kazandırmaya yönelik olduğu apaçık görülmektedir düşünen mühendisler tarafından. İnsan henüz yeteri birikime sahip değilken aceleci olabiliyor hüküm vermekte… Hele de gençse. Bitmek, tükenmek bilmeyen bir dinamizme sahip olunsa da yeteri dinginliğe ve engin görüşe sahip olmanız pek mümkün olamıyor o yaşlarda. İşte tam da bu noktada devreye giriyor deneyim sahibi insanların önemi…

Bugün mesleğinde 30  yıl, 40 yıl ve 50 yıl gibi koca bir tecrübeyi barındıran meslek büyüklerimizi örnek vermek istiyorum. Çünkü yakın tarihimiz olarak nitelendirebileceğimiz geçmişimiz göz önüne alındığında neredeyse ülkemizin her bir karışında bu meslek büyüklerimizin imzasının olduğunu görüyorum. Bugün üzerinden geçtiğimiz köprü, viyadük, tünel ve yolları bu meslek büyüklerimiz inşa etti. İçme veya sulama suyu temini maksadıyla inşa edilen ya da taşkınları önlemek amacıyla yapılan bent ve barajları inşaat mühendisi büyüklerimiz inşa etti. Giyimden gıdaya, otomotivden teknolojiye ne kadar üretim yapan fabrika varsa hepsini o zamanlarda inşaat mühendisliği mesleğini ifa eden büyüklerimiz yaptı. Barındığımız konutlar, oteller, ürettiğimiz enerji, sanat merkezleri, iş hanları, deniz ve hava limanları ve tüm canlıların faydasına olacak yapılar inşaat mühendisi büyüklerimiz tarafından tasarladı, yönetildi ve inşa edildi. Tüm bunlar için minnettarız. Fakat o yıllarda “toplumcu amaçlar” istikametinde tükenmek bilmeyen enerjileriyle gayret eden mühendislerin, bugünlerde genç meslektaşlarını bu tecrübeleriyle aydınlatmaları beklenir. Geçmişte denenmiş ve başarılı neticeler elde edilememiş hadiseleri genç zihinlere aktarmaları ve yeni yollar aramak için bizlere ufuk açmaları ülkemizin ve dünyamızın geleceği için faydalı olacaktır. Hâlihazırda keşfedilmiş bir hakikati tek başımıza yeniden keşfetmekle harcanacak zamanın ve enerjinin yerine “bu güzel insanlar güzel atlara binip gitmeden önce” onlardan istifade edilmesi gerekmektedir. Bu bilge insanlardaki engin görüş genç nesillerdeki dinamizmle birleştiğinde altından kalkılamayacak hiçbir olumsuz durum, hiçbir imkânsızlık yoktur. Aksi halde vasata alıştırılmak gibi bir durumla karşı karşıya kalınacaktır ve belki de maalesef kalınıyor…!

Elbette anlıyorum. Bu dünyaya gözünü açmış olan herkes bir yaşam mücadelesi veriyor… Yılların bu güzel, bu duyarlı, bu özverili insanları nasıl yorduğunu ve yıprattığını bizatihi mühendis olan babamdan biliyorum. Ancak toplumsal hafızanın diri tutulabilmesi ve geleneklerin devam edebilmesi için bu aktarımın gerçekleşmesi gerekiyor…

Yaşanılan binalar, çalışılan mekânlar, gidilen yollar kısaca tüm doğal ve yapay çevresel unsurlar insanın yaşam standartlarını belirleyen ve hayata bakışını şekillendiren unsurlardır. Eğer siz sarayda yaşıyorsanız hayata sarayın penceresinden bakarsınız, çadırda yaşıyorsanız hayat çadırın perdesinden görünür size. Elbette hepimizin yaşama aynı perspektiften bakması mümkün değil. Fakat bizler yolumuzu 68 Kuşağı’nın ustaları ve onların da ilham aldığı Kutup Yıldızları’yla aydınlatıyoruz. Çünkü üzerinde yürüdüğümüz bu yerkürede büyük bir özveri örneği göstererek toplumcu ve gerçekçi fikirlerin tohumlarını bu dev insanlar toprağa saçtı. Bunları yaparlarken de hiçbir menfaat veya şahsi çıkar gözetmediler. Tarihin omuzlarına yüklediği sorumlulukları yerine getirebilmek amacıyla hareket ettiler sadece. Ve geri dönüşü olmayan bedeller ödediler… Ancak yenilmediler.! Çünkü bizler bugün On’ların sayesinde yeşeriyoruz. Ve bu iyi niyetli ve toplumcu düşüncelerinde haklı olduklarını, hakça bir yaşam ve adil bir düzen için bu topraklarda dünyaya gelmiş insanların her şeyin en güzeline layık olduğunu biliyoruz.

Herkesin saraylarda yaşamasını sağlayamayız belki fakat hiç kimsenin insan onuruna yakışmayan koşullara maruz bırakılmasının önüne geçebiliriz. Her nerede olursak olalım; “içerde, dışarda, derste sırada” ya da ofiste, şantiyede, sokakta, mecliste… Nasıl ki bizden önceki nesiller ‘bazı durumları değiştirme iradesi’ni ortaya koyduysa aynı şekilde bizler de bu irade etrafında bir araya gelebiliriz. Tamamen çıkar ilişkilerine yönelik, fırsatçı, sadece şahsi istikbalini gözeten ve ne yaptığı hakkında fikri olmayan, hasbelkader bu mesleğe soyunmuş münferit mühendisler olmak yerine, hesap etme işini gerçekleştiren kolektif mühendisler olarak daha sonra ortaya çıkabilecek durumları hesap etmek ve analiz etmek zorundayız. Yaptığımız işlerin toplumsal olarak faydalarını, kâr-zarar durumlarını göz önüne almak zorundayız. Eğer bu metodu uygularsak yani “bilimin ışığında kamu yararını gözeterek” mesleğimizi icra edersek bizden sonra gelecek olan insanlara güzel bir dünya, güzel bir ülke bırakmış oluruz…

İşte bu güzellikleri gerçekleştirebilmemiz için de duyarlı meslek büyüklerimiz ve arkadaşlarımızın ‘öncü’lüğünde dağınık ve çekinin haldeki meslektaşlarımızla bir araya gelmek mecburiyetindeyiz. Tüm farklılıklarımızla. Tüm farklı tercihlerimizle ve yönelimlerimizle. Aynı bakış açısını benimsememiş olmamıza rağmen “toplumcu mühendislik” anlayışını meydana getirecek mozaiğin birer parçası olmak mecburiyetindeyiz.

BİR ARAYA GELMEK MEC-BU-Rİ-YE-TİN-DE-YİZ.

ÇÜNKÜ KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA. YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ.

Hepinizi samimiyetimin olanca kuvvetiyle selamlarım. Saygılarımla…