Yaşadıklarımız ders değil, dert olsun artık!

İzmir Depremi - Fotoğraf: A. Niyazi Sertkalaycı
Eylem Ulutaş Ayatar
İMO İzmir Şube Başkanı

“Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak ve farklı sonuçlar beklemek deliliktir.”

Ülkemizin afetlere karşı durumunu tarifleyecek birçok kelime ya da ifade kullanılabilir. Ancak, bu anonim ifade biraz durumumuzu özetliyor gibi, teşbihte hata olmaz.

Deprem sonrası yıkıcı sonuçlarının yaşanmaması için hiçbir çalışma yapılmıyor anlamına gelebilecek hatta acımasızca yapıldığı bile düşünülebilecek bu benzetmenin esas sebebi; bilim ve teknolojinin yetişmekte güçlük çektiğimiz uçsuz bucaksız ilerleme arzusu ve geldiği noktaya rağmen bundan sadece iki yıl önce kentimizde 117 insanımızın yaşamını yitirmesinden başka bir şey değildir.

Birçok yurttaşımızı yitirdiğimiz depremlerin yıldönümlerinde soruyoruz “Yeterli dersi aldık mı?” diye. Özellikle 1999 depremi sonrası iktidar sahipleri tarafından kabul edilen acizliğimiz içler acısı bir tabloydu hepimiz için. Ve yaşadıklarımız son olsun, bize ders olsun diye bir anlam atfettik 1999 depremine; milat dedik. Peki, hala niye ders aldık mı diye soruyoruz birbirimize?

Bundan iki yıl önce, dünyada ölümlerin yaşandığı depremler içerisinde en üst sırada yer alanını İzmir’de yaşadık. 117 yaşam gözlerimizin önünde sona erdi. On binlerce insan evsiz kaldı. Yakınını, evini kaybedenler için hayat aynı olabilir mi artık? Hangi cesur yürekli, yaşanılan acıların tarifini yapabilir bize? Enkaz altında sadece yaşamlar değil, hayaller ve umutlar da kaldı. Bu yaşananlar bize yalnız ders değil, dert olsun artık.

Geçtiğimiz yüzyılda aletsel olarak ölçülmeye başlanan depremlerin tekrarlanma periyodu olduğunu biliyoruz. Ölçümlerin yapılmadığı eski dönemlerde, yaşanılan depremlerin şiddetlerinin çeşitli kaynaklara aktarımıyla da en son ne zaman yıkıcı depremler yaşandığını da tahmin edebiliyoruz. Elde edilen bilgiler, İzmir’de çok da geç olmayan bir zaman diliminde daha büyük bir depremle karşı karşıya olacağımızı gösteriyor. Aynı zamanda konuyla ilgili tüm bilim insanları, 30 Ekim depreminin “uyarı” olarak görülmesi konusunda hemfikir.

Mevcut yapı stoğumuzun durumuna dair, Odamızın da içinde yer aldığı birtakım çalışmalar yapıldı. Belirli bölgelerde yapılan çalışmalar sonucu oluşan tablo, İzmir merkezinde bulunan aktif faylar üzerinde meydana gelecek bir depreme henüz hazır olmadığımızı ortaya koymaktadır. Güvenli yapı kavramı mühendislik hizmeti almış yapıyı tanımlarken, imar aflarıyla kaçak yapıyı ödüllendirmek de bilimden uzaklaşmanın açık ifadesidir.

Bütünleşik Afet Yönetimi anlayışının esası; tehlikelerin dikkate alınmasıyla oluşabilecek zararların azaltılmasına yönelik, hazırlık, müdahale ve iyileştirme çalışmalarına dayanmaktadır. Bu tanımın tercümesi; oluşabilecek kayıp ve hasarlara yönelik deprem öncesi önlem alınmasıdır.

Nitelik ve nicelik olarak tanımlayamadığımız ancak durumuna dair tahmin yürütebileceğimiz bir yapı stoğuna sahibiz. Tahmin ettiğimiz durum ise pek iç açıcı değil maalesef. Ülkemizin neredeyse her karış toprağında yaşayanları ilgilendiren bu durum, konuyu bir ülke meselesi haline getirmektedir. Bu sorun yalnız İstanbul’un, İzmir’in meselesi değildir.

Mevcut yapı stoğumuzun deprem riski açısından değerlendirme çalışmalarının tüm yurtta başlatılması ve mümkün olan en hızlı bir şekilde tamamlanması gerekmektedir. Yaşanabilecek bir afet sonrası kritik öneme sahip olan kamu binaları, hastaneler, eğitim kurumları, köprüler, enerji ve iletişim tesislerine   ait yapıların öncelikli olarak gözden geçirilmesi ise bir zorunluluk haline gelmiştir.

Bu çalışmalar ışığında, yapıların güçlendirilmesi ya da yenilenmesi gerekli finansal kaynağın/desteğin sağlanması ile mümkündür. İnsan onuruna yakışır bir çevrede sağlıklı, güvenli konutların planlandığı yerinde dönüşümün altyapısı şimdiden hazırlanmalıdır.

Depremleri öğrenmek, deprem güvenli yerleşme ve yapılaşma ve depremin etkileriyle baş edebilme ana eksenleriyle oluşturulan Strateji Planımızın ve afet sonrası hayat kurtarmak, hayatı normale döndürebilmek amacıyla oluşturulan Müdahale Planımızın varlığı ilk adım olması açısından önemlidir.  Bu planlarda, sorumlu kurum/kuruluşlar ve paydaşlarının yapılması gereken eylemleri hangi zaman dilimlerinde tamamlanması gerektiği tanımlanmıştır.

İhtiyacımız olan şey, iktidara sahip olanların göstereceği iradedir. İktidara talip olanlara düşen görev ise, durumun önemine binaen konunun gündeme taşınması ve takibinin yapılmasıdır.

Çok boyutlu olan ve karmaşık gibi görünen bu zor ödevin kısa sürede tamamlanmasının mümkün olmadığını açık bir şekilde ortaya koymak gereklidir. Kısa, orta ve uzun vadede olmak üzere farklı zamanlarda çözülebilecek konular var. İşte tam bu noktada, hızlıca çözülebilecek olanlara dair adımların yarına bırakılmaması lazım. Harekete geçilmeden geçen her günü geleceğimizden çaldığımızı unutmayalım.

Özellikle yapı üretiminde bulunan meslek disiplinleri için başarı sıralamasının çıtasının yükseltilmesi, eğitimdeki niteliğin arttırılması, mesleki yetkinliğin sağlanması gibi konular kısa vadede hayata geçirilebilecek konulardır.

Piyasa baskıyla karşı karşıya kalan projeciden, sorumluluğu tüm yüküyle omuzlarına aldığı şantiye alanında kendi yetkisini sorgulamak durumunda kalan şantiye şefinden, kamu adına denetim yetkisi verilen ama sahada şiddete maruz kalan yapı denetim görevlisinden güvenli yapı üretmesini beklemek hayaldir.

Sorumluluk varsa yetki de olmalıdır, mühendislerin insanca yaşamını sürdürebileceği ücretlere kavuşması teminat altına alınmalıdır. 2012 yılında TMMOB ve SGK arasında imza altına alınan “asgari ücret” protokolünün SGK tarafından tek taraflı feshedilmesi, kayıt dışı istihdamı arttırmış, üyelerimizin iş yaşamında olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Bahsi geçen sorunlar, yapı üretimine rant odaklı bakılmadığı müddetçe çözüme kavuşturulabilir.  

Yetkinlik konusu salt mühendisler açısından değil, yapım işinin yüklenicisi ve yapı işinde çalışan ustalar için de sağlanması gereken bir husustur. Yapı üretimi, ustaların bilgisine, müteahhitlerin inisiyatifine ve iyi niyetine emanet edilemeyecek kadar hassas bir konudur.

Halka yönelik, kendi mahallerinde ve işyerlerinde düzenli bir şekilde temel afet bilinci eğitimlerinin verilmesi ve tatbikat yapılmasında büyük fayda vardır. Özellikle çocuklarımıza okul sıralarından itibaren başlamak üzere eğitmeliyiz.

Yurttaşlar olarak, mahallerimizde afet konusunda örgütlülük yaratılması için yürütülen çalışmalara katılmalı, güvenli konutlarda barınma hakkımız sahip çıkmalıyız.

Sözün özü;

30 Ekim sonrası kendimize sıklıkla sorduğumuz ve özellikle hissedilebilir depremleri yaşadığımızda aklımıza gelen “yapım güvenli mi?” sorusu bir gün bizim için çok geç sorulmuş bir soru haline gelebilir.

Siyaset mekanizmasında rol alan aktörler başrolü kapmış gibi gözükse de bu topraklarda yaşayanların figüranlığa razı olmaması gerekir.