Deprem sonrasında yapılardaki deprem etkisinin düzeyini belirlemek “hasar tespiti” olarak yıllardan beri yapılan bir işlemdir. Bir zamanlar Afet İşleri Genel Müdürlüğünün görevi olan bu işlem daha sonra, bu genel müdürlük kaldırılınca, AFAD’ın sorumluluğu olarak görülmüştür. Yaşanan depremler sonrasında ise adeta “ortada” kalmıştır. 2011 Erciş ve Van depremlerinde bu işin nasıl yapılacağı ve hangi kurum tarafından yapılacağı sorun olmuştur. Önce bu İşin AFAD Afet Acil Durum Yönetimi tarafından yapılması öngörülmüş. Ancak AFAD’ın yeterli sayıda elemanı olmadığı için bu işlem Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devredilmiş ve bakanlığın içinde yeniden Afet Dairesi kurulmuştur.
1959 yılından önce hemen her doğal ve insan eli ile olmuş afetten sonra özel kanunlar çıkarılarak afet sonrası için yapılacak işlemler belirlenmiştir. 1959 yılında ise Meşhur 7269 sayılı yasa ile “Afetler Kanunu” çıkmıştır. O zaman kurulan İmar ve İskân Bakanlığı’nın Mesken Genel Müdürlüğü içinde önce Afet Şubesi bu işlere bakarken çeşitli afetlerin getirdiği yük nedeni ile şube önce daire, daha sonrada bağımsız genel müdürlük olmuştur. Her yıl pek çok doğal afetin, özellikle de deprem afetinin olduğu ülkede afetle mücadele birikimini bir genel müdürlük yaratmışken bu genel müdürlüğün kaldırılmasının bir yanlışlık olduğu 2009 yılından sonra olan deprem afetlerinde anlaşılmış ve yeniden bir Afet İşleri Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur.
Hasar tespiti çeşitli amaçlarla yapılır ya da yapılmıştır. 7269 sayılı yasaya göre yapılan hasar tespiti esas olarak afet sonrasında yapılacak yardımlarla ilgilidir. Bu yasa evi yıkılan ya da ağır hasarlı olanlara yeniden ev yapmak, hasarı az ya da orta olanın evini onarmak ya da güçlendirmek için maddi yardım öngördüğü için Eski Afet İşleri Genel Müdürlüğü için hasar tespiti de bu yönde olmuştur. Afet İşleri Genel Müdürlüğü içinde zamanla geniş deneyim birikimi olan bir Hasar Tespit Dairesi gelişmiştir. Afet İşleri Genel Müdürlüğünün kaldırılması ile hasar tespiti bir boşlukta kalmıştır.
Bu arada 1999 depreminden sonra kurulan Doğal Afet Sigorta Kurumu DASK’ın da bir depremden sonra tazminat ödemek için hasar tespiti yapması gerekmiştir. DASK tarafından yapılan hasar tespiti bir “sigorta” yaklaşımı içermektedir. Olaya yalnızca “tazminat” açısından bakılmaktadır.
Hasar tespitinin önemli bir yanı yapının hasarının yapı güvenliği açısından belirlenmesidir. Yapının güvenlik düzeyinin belirlenmesi amacı deprem sonrasında hemen kullanılabilecek ve güvenlik düzeyinde kayıp olmamış yapıların belirlenmesi ile başlamaktadır. Bu tür yapılar HASARSIZ yapı olarak nitelenir. Depremi yaşamış bir ikinci grup yapılarda deprem hasarı yapının güvenliğini bir miktar azaltmış olabilir. Ancak bu azalma giderilerek yapı deprem öncesi güvenlik düzeyine yükseltilebilir: Bu onarımdır. Ya da yapıya deprem öncesine göre daha yüksek bir güvenlik sağlanır: bu da yapının güçlendirilmesidir. Bu tür yapılar ORTA HASARLI yapıdır. Geri kalan yapılar ya ağır hasarlıdır ya da yıkılmış göçmüş yapılardır. Ağır hasarlı yapıların bazıları güçlendirilebilir. Güçlendirmenin bedeli yeniden yapmaya çok yakın olabilir. Ya da pratik olarak olanak dışıdır.
Hasar tespitinde en zor olan seçenek orta hasarlı yapıları belirlemektir.
Hasar tespitinin önemli bir yanı da olmuş yapı hasarının ülkeye maliyetini belirlemektir. Özellikle maliyetinin küçük bir bölümü ile onarılabilecek yapıların ağır hasarlı olarak nitelenip yıkılıp yeniden yapılması hem Devlet hem de DASK için büyük bir mali bedel olacaktır.
Bu açıdan depremde orta ile ağır hasarlı yapıların ayrımının sağlam ve doğru yapı güvenliği ve deprem davranışı kurallarına göre yapılması gerekir.
2007 ve 2018 tarihli deprem yönetmelikleri daha önceki benzerlerinden farklı olarak yapıların “deprem performansı”nı tanımlayan kurallar getirmiştir. Yapının “Deprem Performansı” aslında depremin büyüklüğüne göre yapıda olması beklenen hasarı tarif etmektedir. Bu açıdan bu deprem yönetmeliğinde verilen performans düzeyleri bir yapının deprem sonrası hasarını belirlerken uyulması gereken hasarın ölçüldüğü “cetvel” de olmaktadır. Üstelik deprem yönetmelikleri hukuksal olarak yasalar kadar ağırlık ve yaptırım gücüne sahiptir.
Bu nedenle bir depremden sonra yapılacak hasar tespitlerinin deprem yönetmeliklerinde verilen performans düzeyleri ile uyumlu olması gerekir.
AFAD’ın bir deprem sonrasında hasar tespiti için kullandığı kurallar (Alper İlki-15 Nisan 2020 İMO WEBİNARI) ise 2018 deprem yönetmeliğinde verilen yapı performans düzeyleri ile uyumlu değildir. AFAD kurallarına göre betonarme bir yapıda herhangi tek bir düşey taşıyıcı elemanda (kolon ya da perde duvar) ağır hasar olmuşsa yapı “ağır hasarlı” olarak nitelenmekte ve yıktırılmaktadır. Buna karşılık deprem yönetmeliğinde yapının ağır hasar karşılığı olan “göçme durumu”nda olması için düşey taşıyıcılarının %30’undan daha çoğunda belirgin hasar sınırının aşılmış olması gerekmektedir. Ortaya hukuksal bir sorun çıkmaktadır: Deprem Yönetmeliği kurallarına göre göçmenin önlenmesi performans düzeyinde olması gereken bir yapının sigorta şirketinin arzusuna göre ağır ilan edilmesi yasalara uygun değildir.
DASK tarafından kullanılan bu kriter sonucu 26 Eylül 2019 Marmara Denizi depreminde İstanbul’da ve 24 Ocak 2020 Pütürge-Sivrice depreminde Elazığ’da on binlerce ağır hasarlı betonarme yapı tespit edilmiştir. Oysa bu depremlerde gerek İstanbul’da ve gerekse Elazığ’da ölçülen deprem yer hareketinin ivmesi bu kadar çok sayıda betonarme yapıda ağır hasar yapacak kadar büyük değildir. 26 Eylül 2019 depreminde İstanbul Büyükçekmece’de ölçülen ivme yer çekimi ivmesinin % 10’u kadar, 24 Ocak 2020’de Elazığ‘da yer çekimi ivmesinin %20’si kadardır. Bu ivmeler, deprem dayanımı yönetmeliklere göre yeterli olmayan çok sayıda binada ağır hasar ya da yıkım yapacak boyutta ivmeler değildir. Nitekim Elazığ’da 24 Ocak 2020 Depreminden dolayı yıkılan yapı birkaç tanedir.
Marmara Denizi’nden geçen Kuzey Anadolu Fayı üzerinde olması beklenen büyük depremden sonra İstanbul ve çevresinde hasar tespiti yapılırken DASK tarafından kullanılan hasar tespit kuralları uygulanırsa milyonlarca yapı “ağır hasarlı” olarak tespit edilecektir. Bu tespit gerçekçi olmayacak ve bütün az ve orta hasarlı yapıları “ağır hasarlı” yapılar olarak belirleyip yıktırmak ve yeniden yapmak ülkenin kaldıramayacağı ek bir ekonomik felaket olacaktır.
Hasarı az da olsa bütün yapıları ağır hasarlı kabul edip yeniden yapmak “küçük boyutlu” depremler için büyük bir mali yük olmayabilirse de, büyük depremlerde hasarı az ve orta yapıları güçlendirmek daha ekonomiktir. 1992 Erzincan ve 17 Ağustos 1999 depreminde orta ve az hasarlı yapılar yeni yapılacak depreme dayanıklı yapının maliyetinin 1/3‘ü kadar bir maliyetle güçlendirilerek depreme daha dayanıklı duruma getirilmişlerdir. Yapıları güçlendirerek deprem dayanımını artırmak konusunda 1967 Mudurnu depreminde ağır hasarlı olan Sakarya Valilik Binası örneği vardır. Güçlendirilmiş yapıda 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinde en ufak bir çatlak bile olmamıştır.
Depremden sonra hasar tespitinin bir amacı da güçlendirilebilecek düzeyde hasarlı olan yapıları ayırt edip depremin maliyetini olabildiğince azaltmak olmalıdır.