Depremin anlık paniği ile yıkılan binaların enkaz görüntülerini izledikten sonra insanların aklına ilk önce aynı deprem veya daha büyüğü tekrar olacak mı sorusu geliyor. Enkaz altında kalan hayatları canlı olarak televizyondan izlediklerinde ise böyle bir deprem olursa canlarını nasıl kurtaracaklarına odaklanıyorlar. Bu telaşla insanlar bu iki soruyu yanıtlamak için televizyondaki deprem tahmini yapan kahin uzmanları izliyorlar ve deprem anında ne yapılması gerektiğine odaklanıyorlar.
Vatandaşların bu sorulara odaklanması; ana akım medyanın ve devletin işine geliyor. Çünkü ana akım medya, bu korku üzerinden fay haritalarını izletirken reytingini arttırıyor. Aynı medya, deprem anında tek kurtuluş yolunun deprem çantası ve hayat üçgeni olduğunu anlattığında ise bu da devletin işine geliyor. Çünkü yapı stokunun ne durumda olduğunun sorgulanması istenmiyor. Yıkılan binaların devletin kurumlarınca yetkilendirilmiş insanlar tarafından ruhsatlandırılmış olmasının sorgulanmaması bir takım çevrelerin işine gelmiyor.
İzmir’de yaşanan yıkımın esas nedenlerine bakıldığında ise üç konu ön plana çıkıyor; proje denetimsizliği, uygulama denetimsizliği ve yetkinlik sorunu.
Yukarıdaki üç nedenin tümünden devlet kurumları sorumlu olmasına rağmen pandemi sürecinde olduğu gibi vatandaşın kendi başının çaresine bakması için gereken tüm algı medya tarafından yönetilmektedir.
Depremin ardından vatandaşlarımız da kendi başının çaresine bakabilmek için yine aynı üçlü kumpasın içinde kaybolarak, yetkin olmayan kişilere yüksek meblağlar ödeyerek, riskli olduğu bilindiği halde riskli yapı tespiti yaptırmış, güçlendirilmesi mümkün olmayan yapılara güçlendirme projesi ücretleri vermişlerdir.
Devlet kurumları içerisindeki yetki karmaşası hem medyanın gündemine girmiş hem de birçok büyükşehir belediyesinin açıklamasında bu durumdan söz edilmiştir.
Halbuki depremin hangi sıklıkta ve hangi şiddette olacağı, tasarımda kullanılması gereken ivmelerin tümü yönetmeliklerimizde mevcuttur. Medyanın gündemine alması gereken konu yapı stoku, devletin yapması gereken ise bu yapı stokunu gerçekleşeceği kesin olan depremlere hazırlayacak sistemi kurmaktır.
Aslında yazı içeriğinde birçok sorundan bahsedilebilir. Fakat ne yapılmalı sorusunun cevabı üç ana sorunun çözümünde yatıyor.
Yetkinlik Sorunu
Mevcut SİM yönetmeliği maalesef piyasa koşullarında yetkinlik problemini çözememektedir. Son dönemde geoteknik alanında bir takım uzmanlık çalışmaları olsa da benzer çalışma yapı alanında yapılmamıştır. Üniversiteden yeni mezun olan bir kişi, düşük miktarlardaki belge bedellerini ödeyerek yapı projelerine imza atabilmektedir. Proje denetiminin ve yapı denetim sisteminin çalışmadığı günümüz koşullarında ise mühendisler; yetkinliğini kanıtlamadan tüm projelere imza atabilmektedir.
Bu durumdan faydalanan müteahhitlerse, afaki kontenjanlarla mezun veren üniversitelerden çıkan mühendislerin ekonomik durumlarından faydalanıp proje maliyetlerini dibe çekmekte, projeleri istedikleri gibi yönlendirmektedirler.
Herhangi bir fatura veya teknik kontrol mekanizmasıyla karşılaşılmayan koşullarda da serbest piyasa mühendislik kalitesini ayaklar altına almıştır. Meslek odalarının tüm denetleme yetkisi elinden alındığından ve hiçbir sürece dahil edilmediğinden bu denetimsizliğin yarattığı sonuçlar her geçen gün daha da kötüye gitmektedir.
Acilen yapılması gereken tam kapsamlı bir Yetkin Mühendislik yasasının çıkarılmasıdır. Bu yetkinlik için meslek odalarının önderliğinde bir takım derecelendirmeler, sınavlar ve iş bitirme belgeleriyle mühendislerin alanında uzman olduklarını kanıtlaması sağlanmalıdır. Bu sertifikalandırmanın ardından projeleri yapan kişilerin uzman olması sağlanacak, proje fiyatları iyileşecek ve proje kalitesi yükselecektir.
Proje Denetimi
Tüm mühendislik işlerinde hayatın olağan akışında da karşılaşıldığı gibi hatalar olabilir. İnsan faktöründen kaynaklı hataları en aza indirgemenin yolu ikinci bir gözle yapılacak kontroldür. Projeyi yapanla aynı yeterlilikte bir kurum veya kişinin, ruhsat verilecek işin projesini kontrol etmesi elzemdir.
Proje kontrolüne karşı çıkmak, bir uçağın tek pilotla havalanmasını istemekten farklı değildir. Günümüz şartlarında bu proje kontrolü, ilgili yerel yönetimde sözleşmeli çalışan ve çoğunlukla bu alanda iş bitirmesi ve yetkinliği olmayan kişilerce, mimari kontrol bazlı yapılmaktadır.
Meslek odalarının elinden proje denetiminin alınması konusu mühendisler arasında birçok tartışmaya sebep olsa da bu yazı kapsamında bu konuya girmeyeceğim. Fakat oda denetiminin tamamen ortadan kalkması, yerine getirilen belediye ve yapı denetim kontrollerinin işlevsizliğinden ötürü denetim mekanizmasında zafiyete yol açmıştır.
Bugün ilçe belediyeler, farklı standartlara göre proje kontrolü yapmaktadır ve yapı denetim ayağında ise projeler gerçek anlamda kontrol edilmemektedir. Bunun sebebi projeyi kontrol eden kişinin, projeyi yapma kabiliyetine haiz olan kişiden teknik olarak daha yetersiz olmasıdır.
Bu bağlamda yapılması gereken “peer review” yani “akran incelemesi” denilen sistemin kurulmasıdır. Böylelikle aynı yetkinliğe sahip iki tüzel veya gerçek kişi projenin sorumluluğunu üstlenecek ve proje kalitesi artacaktır.
Bunun yanında söz konusu sistem birçok ülkede kullanılan sigorta sistemiyle desteklenmelidir.
Uygulama denetimi
Uygulama denetiminde de karşımıza iki sorun çıkmaktadır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi müteahhidin yetkinliğidir. Bugün Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilen yapı müteahhitliği belgesinin alt yapısı yoktur. Birçok müteahhit, gereken sayıda yetkin mühendisi çalıştırmadan ve taahhüdünü üstlendiği alanda uzmanlığı olmaksızın ihale alabilmekte ve bu işleri alt yükleniciler vasıtasıyla denetimsiz bir şekilde tamamlayabilmektedir.
İkinici kanayan yara ise şantiye şefliği sorunudur. Şantiye şeflikleri kağıt üzerinde kalmaktadır ve bir mühendis piyasa koşullarından ötürü birçok şantiyenin fenni mesuliyetini üstlenebilmektedir. Uygulama safhasında da yetkinlik ve sınıflandırma gerekmektedir. Söz konusu yetkinliğe sahip olmayan mühendislerin fenni mesuliyete girmesi engellenmelidir. Bunun için gerekli mühendis kadrosu ve alt yapı ülkemizde fazlasıyla mevcuttur.
Günümüz koşullarında yapı denetim sisteminin de geldiği nokta ortadadır. Birçok yapı denetim firması gereken kontrolleri yapamamakta, inşaatı durduracak veya yeniden yapımını sağlayacak kararlar alamamaktadır. Benzer bir sertifikalandırma, işin uygulama alanında da yapılmazsa, doğru proje çizmenin de bir anlamı kalmayacaktır.
Ezcümle 2020 yılında dünyamızda M5.7 ile M7.8 arasında 25 deprem meydana gelmiştir. Bu depremlerde 161’i Türkiye’de olmak üzere tüm dünyada 217 kişi hayatını kaybetmiştir. Tüm bu veriler göstermektedir ki ülkemizin gündemi ne depremin ne zaman olacağıdır ne de deprem sırasında yanımızda bulunması gereken deprem çantasıdır. Yapı stokumuzun durumu, yazılan teknik raporlarda da belirtildiği gibi DD3 deprem düzeyine göre bile yetersizdir. (DD3: 50 yılda olma olasılığı %50 olan deprem) Deprem ülkemizin birinci gündem maddesi olmalıdır ve bu konuda seferberlik ilan edilmelidir. Depremi sadece afet yönetimi olarak düşünmek ancak günü kurtarmak isteyen siyasi iktidarların işine gelir. İvedi şekilde yapılması gerekense mevcut yapı stokunun durumunun bilimsel verilerle tespit edilmesidir. Bunun akabinde de yazıda söz edilen kontrol mekanizmalarının kurulması sağlanmalıdır. Ülkenin kaynakları çılgın projelere değil, rasyonel düşünceyle insanların en temel hakkı olan barınma sorununa harcanmalıdır.