İstanbul sözleşmesi, temel ilkeleri aile içi şiddeti ve şiddetin yarattığı ortamı ortadan kaldırmayı hedefleyen ve hatta bizzat şiddet mağduru olan kadın ve kız çocuklarının haklarını korumaya dayanan bir sözleşme olup 11 Mayıs 2011’de imzalanmış, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir. 20 Mart 2021’de ise yayınlanan kararname ile yürürlükten kaldırılması hedefleniyor. Kadın cinayetlerini durduracağız platformunun verilerine göre Türkiye’de sadece 2008’den bu yana 3.433 kadın öldürüldü. Bunların büyük bir çoğunluğunun cinayeti şüpheli dosyalar olarak kalmasının yanında bazı kadınların ismi dahi bilinmiyor. Türkiye’nin kendi vatandaşını koruyamaması üzerine İnsan Hakları Mahkemesince para cezası yaptırımı uygulanmasına karşın böyle bir sözleşmeye gidildi. Türkiye, imzası bulunan toplam 46 ülke arasında sözleşmeyi ilk imzalayan ülkelerden biriydi. Sözleşmeden çıkan veya sözleşmede fesih sürecine giren diğer ülkeler gibi; ülkemizde de cinsiyet üzerinden oluşturulan algıların ideolojik unsurlar için tehdit oluşturduğu kanısına dayanılarak sözleşmeden çekinildi. Yürürlüğe girdiği günden itibaren birçok tartışma konusuna sebep olan bu sözleşme sahiden yıkıcı cinsiyet algıları mı yaratıyor? Yoksa var olan; kadını, çocuğu ve cinsel kimliği konusunda bireysel kararlar verebilen her bireyi tehdit eden, toplum tarafından geleneklere dayanılarak ve gelenekler üzerinden şekillenen, varlığının devam etmesi beklenen, sadece ve sadece erkek cinsinin haklarını gözeten algıları yıkmayı mı hedefliyor? Evet. Sanırım ne kadar tartışmaya açık bir konu olduğunu düşününce kendi iç muhakememizle kararını verebiliyoruz. Aklıselim her erişkin birey gibi…
İstanbul Sözleşmesi, muhafazakar kesimin belirli bir kısmının ve kadın düşmanı bireylerin düşündüğü veya bu kesimlerin yarattığı algılar gibi; herhangi bir tehdit veya korkutucu unsur bulundurmanın aksine, cinsiyet temelli şiddet gören yani cinsiyeti sırf kadın olduğu için şiddete maruz kalan her yaş grubundaki kadınları korumaya yönelik güçlü maddelere sahip olup aynı zamanda, toplumun yaratmış olduğu biyolojik olmayan “toplumsal cinsiyet” adını verdiğimiz kadın, erkek ve çocuklar üzerindeki örf, adet ve gelenek baskısıyla şekillenmiş cinsiyet rollerinin kaldırılması ve rollerin cinsiyet bazlı olmaması gerektiğini; toplumsal değil bireysel tercihler üzerinden kişinin kendi yaşam biçimine göre özel olarak şekillenmesi gerektiğini savunan maddeler de içermekte.
Şiddetin biçimi veya boyutu yoktur. Ülkemizde hatta belki de birçok yerde; şiddet, fazlaca sığlaştırılarak, psikolojik, maddi ve manevi birçok boyutu görmezden gelinerek, sadece fiziki olarak düşünülüyor. Ama şiddet sadece fiziksel değildir. Sözleşmede şiddetin her boyutunun karşısında duran, şiddetin kadın, erkek ve çocuk olarak; cinsiyet, yaş gözetmeksizin bireylerde yarattığı etkiyi yok etmeye yönelik maddeler de bulunmakta. Bunun yanında sözleşme, her bireyin değerli olduğunu kabul edip faillerin – cinsiyet temelli cinayet işleyen bireylerin- de aynı zamanda tedavi edilmesi gerektiğini savunuyor.
Genel olarak baktığımızda, şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik bir sözleşmeye neden bu kadar karşı çıkılıyor diye düşünmek güç olmasa gerek. Verileri incelediğimizde ülkemizde sırf cinsiyeti sebebiyle öldürülen binlerce kadın var. Eğer ortada şiddet, cinayet gibi kişilerin hak ve özgürlüklerini ciddi boyutta tehdit eden unsurlar varsa bütün bu unsurlar sadece insan olmanın vermiş olduğu haklar baz alındığında bile sözleşme tartışmaya açık olmayıp yeniden yürürlüğe girmelidir. Bugün sözleşme yürürlüğe girdikten sonra tam anlamıyla uygulanıp tartışmaya açık olmasaydı belki de yüzlerce kadın öldürülmeden ya da hayatları boyunca psikolojik olarak atlatılması güç hatta belki de imkansız olan travmalar yaşamak zorunda kalmayacaklardı ve böylece hayata tekrardan kazandırılabileceklerdi.
Sözleşmeye karşı çıkan insanların yorumlarını okuyup görüşlerini internet aracılığıyla dinlerken şunu fark ettim. Ülkemizde, ciddi anlamda toplumsal cinsiyet rollerinin dayatılması sonucu, kadınların erkekler tarafından gerek maddi gerek manevi olarak aşağılanmasının normal olduğu kanıksanmıştır. Erkeğin “gerekirse” ve kendini haklı görürse istediği her şeyi yapabileceği, kadınlara da kendilerini erkeklerden her türlü alanda daha az değere sahip olduklarını düşündürebilecek bu ve bunun gibi aslında kadınları fazlasıyla aşağılayan, onur kırıcı davranışlar ve düşünceler toplum tarafından kabullenilmiştir. Toplum tarafından bireyleri öğrenilmiş çaresizliğe sürüklemiştir. Sözleşmenin bu tarz onur kırıcı ve birey olmanın vermiş olduğu hakları tehdit eden durumların gelenek örf ve adet olduğu düşüncesini ortadan kaldırması, sözleşmeye karşı duran tarafların çoğunluğuna göre “Türk aile yapısı” için tehdit oluşturuyor. Sanılanın aksine böyle bir durum bahsedildiği ve düşünüldüğü gibi “Türk aile yapısı” için bir tehdit olarak algılanmamalı çünkü bireyler için aile içerisinde olası şiddete ve şiddet içeren durumlara karşı güven alanı yaratılması gerektiğini her maddesinde vurgulayan bir sözleşmedir. Belirli bir kesim tarafından sözleşmenin herhangi bir ayrım gözetmeden mağdurları koruması, gelenekselleşmiş aile yapısı hedef alınarak kalıplaşmış cinsiyet rollerinin zarar göreceğine bireyleri inandırıyor hatta kendileri de buna inanıyor. Böylece sözleşmeyi LGBTİ+ bireylerin örgütlenmesi için bir taban hatta belki de LGBTİ+ bireylerin kendi çıkarları için sözleşmeyi savunmalarındaki bir sebep olarak görüyorlar. Oysa ki LGBTİ+ bireylerin cinsel yönelimlerinin üzerinden şiddete maruz kalması sonucu haklarını aramaları kadar normal bir durum yok. Elbette ki şiddet mağduru olan her bireyi savunduğu ve koruduğu gibi İstanbul Sözleşmesi, LGBTİ+ bireyleri de cinsel kimlik gözetmeksizin savunacaktır ve elbette ki Türk aile yapısını hedef almadan, sadece ihlal edilen bireysel yaşam haklarını hedef alacaktır. Eğer ki “Türk aile yapısı” toplumun bireylerine şiddet eğilimi göstermesini haklı buluyorsa bilinsin ki en zararlı örgütten daha zararlıdır. Çünkü toplumun geliştiği ve şekillendiği en küçük birim ailedir.
Sözleşmeye karşı duran bireylerin kendi içinde gelenek, örf ve adetlerin yok olması, cinsiyet kimliğinin yok olması gibi korkular yaşamasının toplumumuzun muhafazakar kesiminin belirli bir kısmının kendi cinsel kimlikleriyle ilgili bunalım yaşaması sonucu ortaya çıkan bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bireylerin kendi cinsel yönelimlerini başka bireylerin özgürlük alanlarını kısıtlamadan yaşaması bir başka birey için tehdit unsuru değildir. Asıl tehdit unsuru olan bir insanı sırf cinsiyeti, cinsel yönelimi, toplumun yarattığı algılar dışında kendi hak ve özgürlüğü dahilinde yaşamak istemesi için öldürmektir. Bugün bu ülkede yaşayan hiçbir kadının ve erkek egemen toplumun ağırlığı altında ezilmiş olan bireylerin canının güvencesi yok. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesiyle de bunu net bir şekilde görmüş olduk. İstanbul Sözleşmesi, bugün ülke adına başta kadınlar olmak üzere şiddet mağduru olan bireylerin haklarının korunabilmesi için atılacak belki de en büyük adımlardan biriydi. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması demek öldürülen kadın sayısını sayarken; cinayete kurban giden ve sadece sayılarının bile üstünü çizmeye utandığım annelerin, kız kardeşlerin ve çocukların nicelerinin bir kez daha öldürülmesi ve onların anılarına hakaret, işlenen bütün kadın ve aile içi cinayetleri görmezden gelmek demektir. Toplum olarak eğitimden mi yoksa acıma ve vicdan duygusundan mahrum kaldığımız için mi bunlar yaşanıyor bilemiyorum. Benim açımdan böylesi bir sözleşmenin kaldırılmasını talep eden ve hatta kaldırılmasını sağlayan her birey alenen cinayet işlemiştir ve işleyecektir. Belki bugün biz kadınları İstanbul Sözleşmesi’ni yok sayarak ve feshetmeyi deneyerek bastırmayı isteyecekler, hatta adımlarını buna göre atacaklardır. Ama bilmelidirler ki kadın hareketi durdurulamaz ve durmayacaktır. İstanbul Sözleşmesi bizim, arkadaşımızın, kız kardeşimizin, annemizin, ailemizin ve öldürülen, şiddet gören binlerce kadınındır. Bizler bu sözleşmeyi kadın cinsiyetini “bayan bile” olarak anarak binlerce kadının gururunu ve onurunu zedeleyen, toplumda kadının aşağılanmasını sağlayan insanların insafı ve vicdanına bırakmayacağız. Her seferinde, hep beraber ve daha güçlü “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” diyeceğiz…
İstanbul Sözleşmesi: Kim neden savunuyor, kim neden karşı? – Son dakika haberleri (sozcu.com.tr)
İstanbul Sözleşmesi neden tartışılıyor? (gazeteduvar.com.tr)
Toplumsal cinsiyet eşitliği nedir, Türkiye’de neden tartışma yaratıyor? – BBC News Türkçe